Ahmet’e Mektuplar

Sennur Sezer’in Mektubu;

“Sevgili Ahmet Şık,

Sana kolayca “oğlum” diyebilirdim. Ama sen yaşça oğlum olabilirsin de, başça seni oğul görmek ne haddime. Seni bir kardeş olarak ne kadar seviyorsam pek çok olaydaki “öncü ve örnek”liğini de unutmadım.

Sevgili Ahmet,

Hepimize seslenen mektubunda bir çok soru sormuşsun. Ben tek yanıt vereyim sana sen özgür kaldığın anda elbet hepimiz seni kucaklayacağız. Çünkü suçlamalara değil, sana inanıyoruz.

Ahmetçiğim, mektubunda “ Irkçı, faşist, darbeci, katil değilim. Güzel yaşanılabilir bir dünyanın eşit ve adil bölüşüme dayalı sosyalizm ile geleceğini düşünen sosyalistim dedim. Duymadılar. Gazetecilik felsefem görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, konuşmayanın sesi olmaktır. Ezen ve ezilen varsa ezilenin yanında saf tutarım. Üniformalı, kravatlı, takkeli her türlü iktidarın karşısında yer alırım. Çünkü sorun yaratan her zaman iktidarlar ve güç odaklarıdır. Bu yüzden onların yanında saf tutmak değil karşısında yer almak önemlidir dedim.” demişsin. Asıl suçunun bu görüşlerin olduğunu bilirsin elbet. Zamanın olup da eğer okurlarının senin için ne düşündüğünü öğrenmek için “ekşi sözlüğe” göz attınsa onların seni ne kadar sevdiklerini bilirsin. Çünkü okurların önce senin haberlerini yaptığın kitlelerle sonra işten atılmanın nedenleriyle ilgililer . Yazılanları bilirsin de yine de bir anımsatayım: “Kayıplar falan denilince akla gelen haberlerde imzası olan adamdır, pek severiz kendisini biz. (…)yazdıkları ve çektikleri takdire şayandır. Alemlerin en kral muhabirlerindendir, Doğan grubunun karşısında dimdik durmayı becermiştir(…)yaptığı haberler arasında Manisa’da işkence gören lise öğrencilerinin, Metin Göktepe’yi döverek öldürdükleri gerekçesiyle yargılanan polislerin davasının, ‘hayata dönüş’ adı verilen operasyon ile, devletin yasal güvencesinde olmalarına karşın, hapishanelerde öldürülen onlarca ‘can’ın haberleri varmış.”
Sevgili Ahmet bir de kitapların var. Hak Haberciliği Dizisi’nde yer alan Çocuk Odaklı Habercilik bir ortak çalışma. Ama asıl Ertuğrul Mavioğlu ile ortak yazdığın : “Kırk Katır Kırk Satır 1 – Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu” ile “Kırk Katır Kırk Satır 2 – Ergenekon’da Kim Kimdir?” önemli.

Kitaplarını okumadım. Ama hemen başlayacağım okumaya. Tanıtımı görünce dudağım uçukladı:

“Ergenekon operasyonlarının darbelerle hesaplaşmak demek olduğunu ve darbecilerin TSK’nın direnişine rağmen tasfiye edildiklerini düşünenler de yanıldılar. ‘Tüm kötülüklerin anası’ Ergenekon’un hareketsiz kılınması sonucunda artık faili meçhul cinayetlerin, provokasyonların, menşei devlet olduğu herkes tarafından bilinen karanlık eylemlerin son bulacağını ve bu ülkeyi yönetenlerin hiç değilse kendi yasalarına saygılı davranacaklarını zannedenler yanıldılar. Kısa süre içinde görüldü ki, ‘Ergenekon’ adı verilen bu operasyonlar, kah emekli generalleri gözaltına alarak, kah toprağa gömülü kimi silah depolarını açığa çıkararak, kah bazı gizli belgelerin bilinir hale gelmesini sağlayarak, ya da kontrgerillanın beyni olduğu öne sürülen Genelkurmay Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığının kozmik odasında aramalar yaparak; zülfü yare dokunuyor gibi görünse de, geniş yığınların özlemini çektiği demokrasiye dair beklentileri karşılamaya muktedir değildi. Ve yaşananlar, şimdiye kadar neredeyse geleneksel hale gelmiş, zorbalığa ve kan dökmeye dayalı yönetme biçimini tasfiye etmekten fersah fersah uzaktı”. Bu saptamalar elbet “neden” sorusunun eşlik ettiği gizli sorular içeriyor. Bu soruları sormak da “ ‘derin devletin’ (katliamlar; siyasi suikastlar; faili meçhuller; silah, insan ve uyuşturucu ticareti; medyadan iş dünyasına, askeri ve sivil bürokrasiye, yerli ve yabancı gizli servislere dek uzanan ağlar aracılığıyla gerçekleştirdiği) yüzeydeki eylemliliklerini tarihsel olarak ve apaçık bir biçimde analiz etmeye” çalışarak yanıtlamaya çalışmak da herhalde kimi bakış açıları için suçtur. Bizim için değil.

ELBET BİZİM İÇİN ÖNCE BİR HABER İŞÇİSİSİN, SOSYALİST BİR GAZETECİSİN.SAFLARIMIZDA YERİN SENİ BEKLİYOR”

Sennur Sezer

Emine Ocak’ın Mektubu:

“Ahmet,

Seni içeri aldıklarından beri seni izledikçe ağlıyorum. Oğlumu da Hasan gibi götürdüler diye. Hasan’ı götürenler, seni de götürdüler. Ağlıyorum yine, seni bana geri versinler.

Anneni izledim televizyondan. Annene o sadece senin oğlun değil diyorum. Çok kar yağıyor, ben yollara bakıyorum senin için nereye gideyim diye soruyorum, duvarlar bana cevap vermiyor.

Ssen geldiğinde seni öyle bir kucaklayacağım ki, kimseye vermeyeceğim seni.

Geçmiş olsun diyeceğim ama nasıl geçecek.

Seni öpüyor öpüyor, seviyorum.

Emine Ocak”

Emine Ocak’ın kızı Maside Ocak’ın mektubu:

“Bir yangının içinde düşünün kendinizi. Bu yangının ortasında sizin ateşinizi tutan, düşmanınız olabilir mi? Ya da sizi ateşlere atan, elinizden tutup çıkarmaya çalışabilir mi?

Yan yana geçirdiğimiz 20 yılda samimiyetinden, dürüstlüğünden, duruşundan hiç bir zaman tereddüte düşmediğimiz sevgili Ahmet, söylesene biz seninle bir ateşi avuçlamışken kim seni bize anlatabilir ki? Ya da bu ateşi senin yaktığını söyleyebilir ki?

Geçtiğimiz cumartesi 310. haftamızda İrfan Bilgin’in de dediği gibi “biz bu komploya inanmıyoruz ve senin yanındayız.”

Gözaltına alındığın günden beri anam dediğin Emine Ocak’ın gözüne uyku girmiyor. Seni her soruşunda boğazı düğüm düğüm.

Yanıbaşımızda ki yerini sıcacık tutarak bekleyeceğiz seni. Gözümüzden iki damla yaş akıtacaksak, senin geldiğin zaman sevince dönen gözyaşları olacak bu.

Her zaman olduğu gibi sesimizi duyduğuna, bizi hissettiğine olan inancımla yazıyoruz sana bunları. doyamadan kucaklıyoruz.

Ocak Ailesi adına
Maside Ocak”

Fadime Göktepe’nin Mektubu:

“Sevgili oğlum Ahmetim, Metinimsin sen benim.

Sen bana oğul yadigarısın. Sana eskisinden de sıkı sarılırım. Çünkü ben seni tanıyorum sen o çetelerden olabilirmisin. Sana Metin’im kadar inarım. Seni aldıklarını duyduğumda tıpkı Metin’im alınmış gibi ağladım, üzüldüm.

Canım oğlum ben hasta olmasaydım aynı dakka yanında olurdum. Ama en kısa zamanda sevgili gelinimin yanında olmak istiyorum. Ben Metinim’in düğününü göremedim ama siz onun kalemini yere düşürmediniz onun için siz benim Metinimsiniz. Hele de sen benim hep yanımda oldun canım benim.

Okudular mektup yazmışsın çok ağladım. Anneni de okudu torunum O’na öyle üzüldüm ki. Ama ona da diyeceğim var; o hiç üzülmesin. Ya oğlu katil olaydı, ya hırsız olaydı o zaman daha çok üzülürdü ben biliyorum.

Canım oğlum en kısa zamanda seni görmek istiyorum. Yaşlılık kötü şey be oğul nasıl koşmak istedim öğrendim yanına gelemedim. Hep senin için dua ediyorum.

Asıl katil başkaları o nasıl söz sen katil nasıl olursun. Onlarla nasıl bir olursun. Ha sana demişler ha Metin’e demişler ikisi de bir.

Sen de yağcı olaydın, sen de çete olaydın hiç gelir miydi bunlar başına… Amma iyi ki öyle değilsin canım oğlum. sana eskisinden de çok sarılırım oğul, sen benim Metin’imsin…”

Arat Dink’în Mektubu :

“Kardeşim Ahmet,

Adının yanına yazdıklarında parantez içinde “kırk bir” diye, öğrendim kardeşim değil de ağabeyim olduğunu. Senin için söylenenden, yazılandan, çizilenden bundan başka bir tek şey öğrenmişsem ne olayım.

Birinin, hele çok yakınındaki birinin, bir yerlerde zulüm gördüğünü biliyorken, insan her gün yaptıklarını yapmaya devam edemez olur. Sevdiğini sevmekten utanır. Yediğini yemekten utanır. Konuşmaya, gülmeye utanır. İnsan yaşamaya utanır bazen. Öyleyim kaç gündür. Dostu için hiçbir şey yapamıyor olmanın aczi eziyor insanı bazen. Bir de mektubun geldi…

“Bir daha görüştüğümüzde bana tıpkı baban gibi sarılacak mısın yine? Çünkü babanı katleden ırkçı faşist zihniyetin üyesiymişim?” diyorsun.

Devletten mi öğrendik ki düşmanlarımızın adını, dostu da ondan soralım. Dostumuzu da düşmanımızı da insan gözümüzle, sözümüzle, tenimizle tanıdık. İlk kez de kara çalınmıyor bir sevdiğimize, o dillerin kirliliğini en iyi biz biliriz, en iyi sen bilirsin.

Onların dilleri de orantılıdır, orantılı güçleri gibi. Bizi mahkemelerde linç edenlere kullanmazlar da o güçlerini, gider işlerine gelene kullanırlar. O orantının neyle orantılı olduğunu en iyi sen bilirsin. İşlerine gelmedi mi açılmış soruşturmaya “soruşturma falan yok derler”, ertesi gün soruşturma numarasını verirsin iki çift laf etmezler. İşlerine geldi mi de “bağımsız yargı işini yapıyor derler”. Bu devletin yargı bağımsızlığı da orantılıdır, “masumiyet karinesi” de orantılıdır. Her bir şeyleri orantılıdır. İdeolojileriyle, işlerine gelmesiyle orantılıdır her işleri. Telefonları da orantılı dinlerler. Bir polis telefonda cinayet planlarından bahseder, mesleği gereği derler. Bir gazeteci haber peşinde koşar, örgüt üyesi derler. “Vatansever”ler cinayet planları yapar duymazlar, sosyalistlerin telefondaki devrimcilik geyiklerini delil diye toplarlar. Devlet’in kulakları da orantılıdır. Bu ülkede katilin tek bir adı vardır. Seni kimselerle karıştırmam elbet.

Zaten oradaki kirli işler çevirenler, sen alındığında ellerini ovuşturanlar da asıl suçlarından, devletle tuttukları işlerden değil, tali işlerden yargılanıyorlar; belki rutin dışına çıktıkları doğaçlama işlerinden… Yargı kenar geziyor hep. Bir süre ortalarda olmamalarının daha iyi olacağını düşünmüşler belki de. Soruşturma meşruiyetini kaybettikçe, onlar da meşrulaşacaklar birer birer.

“Güzel yaşanılabilir bir dünyanın, eşit ve adil bölüşüme dayalı sosyalizmle geleceğini düşünen bir sosyalistim dedim. Duymadılar” diyorsun. Onların orantılı kulakları duymaz. Duymasın. Biz duyduk. Duyuyorum. Sözünü öldüremezler. Söz, söylendi. Söyleyeni öldürebilirler, zindana atabilirler ama sözü öldüremezler. Bil ki düşlerimiz aynı. “Kuzu”larımız, o “ırkçı”ların ve “faşist”lerin de kuzularını yanlarına katarak, birlikte üretecekler o geleceği.

Sen ve senin gibi dostların sözü, eylemi, tertemiz emeği umudumuzun kaynağı oldu hep. Babası ayan beyan bir kampanyayla hedef gösterilip, sonra da gözler önünde öldürülen bir çocuğun yüreğinde, daha o gün umudu yeşertebiliyorsa gücünüz, bir gün o güç adaletin zaferini de doğuracaktır biliyorum.

Biliyorum, çünkü hiçbir nehir bir tabutu evinden mezara taşımak için doğup, yok olmaz. O nehir yerin altında çoğalmaktadır. Bir gün yüzeye çıkıp kendi zaferine, hiçbir mağdur yaratmayan zaferine akacak, adaletin toprağını besleyecek. Artık yas tutmaktan vazgeçip, üretecek elbet. Biliyorum.

Şimdi, “bu kardeşim bunları niye anlatıyor” diyeceksin: Akşam olurken, daha yeni çökerken karanlık, ışıktan söz eder ya ateş böcekleri, huzur katar insandaki sabah hasretine. Sen de biliyorum hasretindesindir şimdi sevdiklerinin, ışığın. Ben de dedim ki; Ahmet Ağabeyime bu karanlık günlerinde düşlerinin zaferini müjdeleyeyim.

Sarılıyorum sarılabildiğimce…

Kardeşin,”



Yorum bırakın